ESKİ BİR HİKAYE: İDEOLOJİ VE MİMARLIK
Ertug Ucar

Yerel Modernizm Tartışmalarında Özel Bir Örnek:
HUKUKÇULAR SİTESİ
Funda Uz Sönmez

KURESEL PAZARDA YEREL KONUMLANMALAR, COZULMELER, YENI MIMARLAR, MIMARLIKLAR VE TARTISILMASI GEREKEN 'BIRSEYLER'..
Bogachan Dundaralp

Modernlik de_ne ?
Hakan Tuzun Sengun

Moderniteden Yerel Moderniteye: Neden Bugun?
Ozlem Unsal


ESKİ BİR HİKAYE: İDEOLOJİ VE MİMARLIK

Ertug Ucar

Kadıköy’deki Halkevi binasını ilk dolaştığım günler -ki bu gördüğüm ilk halkeviydi- Türkiye’nin bir erken genel seçime hazırlandığı vakitlerdi. Tarafları çok olmasına rağmen, bu seçimin hararetli ateşi son yıllarda tartışılan bir karşıtlığın üzerinde yanıyordu: Laikler ve laik olmayanlar. Laikler diğerlerinin laik olmadığını iddia ediyorlardı, ve benzer şekilde laik olmadığı iddia edilenler de diğerlerinin olduklarını iddia ettikleri şeyin laiklik olmadığını söylüyorlardı. Laiklik çoktan havada yüzen anlamı kaymış bir bulut halini almıştı. İçinde gezdiğim binanın, ülkenin içinde bulunduğu bu durumla çok derin bir bağı vardı; cünkü halkevlerinin talihsiz tarihi tam da bu iki karşıt grup tarafından şekillendirilmişti.

1932 yılının 19 Şubat günü saat 15.00’de, cuma namazından birkaç saat sonra 14 ilde birden açılmıştı halkevleri. Sadece bu senkronizasyon bile halkevlerinin itinayla planlanmış bir hareket olduğunu göstermeye yeter. Sayıları 20 yılda 400’ü bulacak bu kurumların açılma sebepleri siyasal ve kültürel olarak ikiye ayrılabilir.

Cumhuriyet’in ilanından sonraki 10 yıllık süreçte, Osmanlı ve İslami çizgiyi değiştiren devrimler doğrultusunda gelişmeye çalışan genç Türkiye’nin önündeki en önemli tehdit İslami köklerine dönmeyi amaçlayan kesimin şekillendirdiği siyasal hareketler olmuştu. Atatürk, öngördüğü bu tehlike karşısında askeri önlemler alırken bir yandan da halkın eğitiminin gerekli olduğunu düşünüyordu. Halk dersaneleri, millet mektepleri ve en sonunda da Türk ocakları adıyla oluşturulan yapılar ya kapsam olarak yetersiz kaldılar, veyahut karşıt siyasi unsurların içlerine sızmalarına engel olamadılar. 1930’larda halka devrimleri benimsetecek, derinleştirecek ve halkı devletin belirlediği yeni esaslar doğrultusunda eğitecek yeni ve yaygın bir devletçi teşkilat yaratmak için çalışmalar başlatıldı. İlk açılanlar daha önceki Türk ocakları binalarında, ardıllarına kıyasla daha basit programlarla belirmişti. Halkevleri politikanın mimariyi kullanımı başlığı altında çok özgün ve yaygın bir örnek olarak incelenmeyi hakeder. Yeni cumhuriyetin ülke sathında tüm kent ve kasabalara yaydığı bu teşkilat, bir yandan sanatı geliştirmek, sanatkarı himaye etmek, köy ve kent arasındaki kültürel ve ekonomik eşitsizliği gidermek, Anadolu medeniyetlerini korumak, meydana çıkarmak, kayıt altına almak ve öğretmek gibi sosyal görevler üstlenirken, laik rejim için tehdit unsuru olabilecek düşüncelerin gelişme olanağı bulabileceği sivil toplum örgütlerini de kontrol altında tutuyordu. Bu kurumlarda dinden farklı bir eksende halk eğitimi verilecekti.

Halkevleri toplumun bir kesimi tarafından tek parti olan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) doğal uzvu olarak görülüyordu. Bu yüzden de her zaman karşısında sistemli bir direnç vardı. Halkevlerinin Teşkilat, İdare ve Mesai Talimatnamesi okunduğunda,

-Evlerin kapısı CHF’ye üye olan ve olmayan herkese açıktır.
-Evlerin idare heyeti ve komitelerine üye olmak için CHF’ye kayıtlı olmak gerekir.
-Halkevi binaları CHF tarafından temin, tanzim ve tefriş edilir.
-Salonlarda CHF’ye muhalif olmayan her türlü faaliyet yapılabilir.
-İdare heyeti şube çalışmalarıyla ilgili raporu 3 ayda bir CHF’ye gönderir.
-Halkevlerini CHF denetler,

gibi maddeler bu kurumların tipik bir tek parti dönemi kuruluşu olduğunu göstermektedir. Katı bir devletçi çizgide cumhuriyetin ilk çeyreğini yaşayan Türkiye’de ancak 1950’lere yaklaşırken kısmen serbest bir ortamın oluşmasıyla 1946’da Demokrat Parti faaliyete başladı. Bu durum, halkevlerinin çalışmalarını sarstı. Demokrat Parti’nin bulunduğu muhafazakar çizgi Halkevlerini CHF’nin parçası olarak görüyordu. Tüm çabalara rağmen CHF’li partililerin de isteksizliğiyle halkevleri bağımsızlaşamamış, Demokrat Parti'nin 1950’de ezici bir çoğunlukla iktidara gelmesiyle birlikte kapatilmışlardır. Binalarının çoğu yıkılmış, kamuya devredilmiş, çok azı günümüze sağlam bir şekilde gelebilmiştir.

Halkevlerinin açılma ve kapanma sebepleri kurcalandığında karşımıza yine aynı karşıtlık çıkar. Bugünkü seçimin şiddetli tartışmalarının da sebebi olan laik-muhafazakar çatışması, genç Türkiye’nin bir asırlık yaşamının politik gerilimi üzerine kurulu bir kutuplaşmadır.

Kadıköy Halkevi ayakta kalmış örnekler arasından, erken cumhuriyet Türkiyesi'nin ilkelerini sembolize eden özgün işlevi, kapsamlı programı ve modern mimarlık diline uygun tasarımı ile öne çıkmaktadır. Daha da önemlisi, her ne kadar iç mekan ve cephe düzenleri kısmen değişse ve binanın bir bölümü Adliye olarak iş görse de, Kadıköy Halkevi’nin bugün de benzer bir programla kullanılmaya devam etmesidir. Semtin merkezinde hala halka açık bir eğitim merkezi olarak hayatını sürdürür. Caddeden algılanan az katlı yatay cephe düzeninin sakladığı iri kütlesi, şaşırtıcı bir programı taşır. Konferans salonu, spor salonu, hamam, kütüphane, derslikler ve ofisler, galerilerle birbirine bağlanan hollere açılır, şeffaf ve güçlü bir sosyal hayata ev sahipliği ederler. Bugün bile zengin sayılacak programı 70 sene öncesi için çok kararlı ve cesur bir duruşu gösterir. Halkevleri bir yandan bu programları taşırken, mimarisiyle de Türkiye’yi geçmişine değil, Batı’da işaret edilen geleceğine bağlamalıydı. Neredeyse ismini bildiğimiz tüm erken Cumhuriyet mimarının bir halkevi projesi vardır. Önemli noktalardaki halkevi projeleri tıpkı bu örnekte olduğu gibi proje yarışmalarıyla elde edilirdi. Bunların bazılarıysa (1939-Sivas gibi) uluslararası örneklerdi. 1938’de açılan yarışma Kadıköy Halkevi için oldu. Üçüncülüğü Leman Cevad Hanım’ın, ikinciliği A.Sabri-E.Onat’ın kazandığı yarışmada birinciliği Rükneddin Güney aldı. Bina 1939’da hizmete açıldı. (Leman Cevad Hanım ayrıca Şehremini Halkevi’ni, Münevver Belen ile birlikte ise Kayseri ve Karamürsel Halkevlerini projelendirmişti.)

Kadıköy Halkevi’nin meydan vasıtasıyla bağlandığı caddeyle kurduğu açık ilişki, yapıyla işverenin işaret ettiği amaca ulaşıldığını gösteriyor. Halkevleri her ne kadar CHF’nin yönetiminde bir devletçi kuruluş da olsalar, ideolojinin mimariyi kullanımının tutarlı ve temiz örneğidirler. Bu binanın arka avlusuna bakan ince uzun kütüphanesindeki kitapları karıştırırken dışarıdan erken genel seçime girecek partilerin propoganda şarkıları geliyor. Kulağımı tırmalayan bu müziği dinleyip partiyi tahmin etmem mümkün değil. Afişlerine, reklamlarına, adaylarına bakarak da partileri tahmin edemiyorum. En önde gelen uc parti son dönemde kendilerine genel merkez binaları yaptırdı. Bu binalara bakarak da partileri tahmin edemem. Mimari dilleri birbirinden farklılık gösterse de tek bir ortak yönleri var: başkentin otoyollarına uzaktan bakan bu binalar şehri baskılayan anıtsal bir etki peşindeler. Bu tespitimi, ulaşabildiğim tüm fotoğrafların bu binaları bakanın tepesine yıkan açıları doğruluyor. Üçü de 50 metreden yüksek. Üçünün de insanı buyur eden bir havası yok. Bırakın halkevlerininkini, Mussolini döneminin Terragni binası Casa Del Fascio’ya bile yaklaşacak sosyallikte bir programları olmadığını düşünüyorum. Üç partinin de binlerce sayfalık internet sitelerinde, binalarına yer yok (MHP’nin sonunu getiremediğim klibi dışında). CHP’nin sözde şeffaflık iddiası getiren yüzsüz cam cephesi; AKP’nin neoklasik de olamayan devşirme bezemelerle inceltilemeyen kaba kütlesi ve MHP’nin aşırı sembolist bilimkurgu binası: hiçbiri bir parti binasının kurması muhtemel ilişki olanaklarını zorlamıyor, hiçbiri bir bina vasıtasıyla kurulabilecek birkaç net cümle olduğundan haberli değil. Anıtsallıktan başka bir mesaj yok. CHF’nin Rükneddin Güney’e ısmarlamış olabileceği, belki de yarışma şartnamesinde yazan –bugün Adliye tarafında kalan- 'halka seslenme balkonu'nun halka yakınlığını düşününce, CHP binasının zirveye doğru kafası karışan cam cephesinin Eskişehir yolu tarafına saplanmış oval ofisine akıl sır erdiremiyorum. MHP’nin biri bize söyleyinceye dek farketmediğimiz ve asla farkedilmeyecek uc hilal plan şemasını da anlayamıyorum. AKP’nin binası ise başkente dikili yan yatmış bir Selçuklu kapısı; anımsadığı kültürü anlamadan yorumlamış, iriliğiyle varolmaya çalışan bir fibrobeton cepheden ibaret. (Bu sırada Ankara’da Konya yolu üzerinde yer alan ve Tekeli-Sisa’nın sanırım Özal döneminde projelendirdiği ANAP binasını parti ortalarda olmadığı için yazıya katmadım; yoksa tüm örnekler arasından sivrildiği kesin.)

Her üç partinin de herşeye hızla cevap verildiğinin iddia edildiği iletişim adreslerine yolladığım, bina programlarını öğrenmek istediğimi belirttiğim mesajlarıma iki haftadır cevap gelmedi. Büyük bir olasılıkla parti merkez binalarının programlarını güvenlik zafiyetine sebep olur diye vermek istemeyecekler. Binbir tuhaf yoldan halkla iletişim kurmaya çalışan partilerin binalarında neden bu iletişimi yaratacak programlar kurgulamadıklarını düşünüyorum. Daha da ötesi binaların kendisinin, yani mimarinin, neden bu iletişimin en doğal aracı olamadığını da merak ediyorum. Sanırım cevap işverenle mimar arasındaki mesaide gizli. Bir parti binasının brief’i ne olabilir? Elbette partinin ta kendisi. Bir parti binasının her şeyiyle: arazisi, teknolojisi, kullanılan malzemelerin menşei, programı, mimari dili, yüksekliği, kurmaya çalıştığı hayat ve şehirdeki duruşuyla, özetlersek mimari tasarım fikriyle partinin söylemek istedikleri tarafında bir his yaratmasını istememiz çok mu gariptir?

İdeolojilerin zamanıymış geçtiğimiz yüzyıl. Çizgileri belli, katı,ama net ideolojiler düşüncelerini halkla paylaşmak, hatta halka dikte etmek için her yol gibi edebiyatı, sanatı ve mimariyi de kullanıyorlarmış. Bugün bu siyasi alanda gereksiz bir incelik sayılabilir. Daha hızlı, pratik yollar var iletişim için. Tüm inançlar birbirine kaynamış halde. Tüm çizgiler silikleşmiş. Hiç kimse tek bir amaca kilitlenme, tek bir inanca sahiplenme niyetinde değil. Siyaseti bazen inatla bağlanılan ve sırf bu yüzden yaratıcılığı tetikleyebilen inançlar yerine, müthiş bir açılım fikri şekillendiriyor. Belki de bu yüzden siyasetin kullandığı tüm araçlar birbirine benziyor. Herkes bir diğerinin elindekine bakıyor. Partilerin programları, liderleri ve üyeleri gibi binaları da birbirine benziyor; azıcık bir derinlikten ziyade sonsuz bir yüzey halini alıyor.


Yerel Modernizm Tartışmalarında Özel Bir Örnek:
HUKUKÇULAR SİTESİ

Funda Uz Sönmez

Türkiye ve modernite tartışmaları, İTÜ mimarlıktaki öğrenciliğimiz boyunca, zorunlu veya seçmeli hiçbir dersin konusu olmamıştı. Özel ilgisi olup bunu paylaşan bir proje yürütücünüz yoksa, siz biraz meraklı bir öğrenci olup Arredamento’nun profil köşesinde çağdaş ve popüler mimarlar kadar bugün çok az kişinin tanıdıklarını da ilgiyle takip etmiyorsanız, Seyfi Arkan’ın adını hiç duymamış, hatta Arkitekt isimli bir dergiden hiç habersiz olarak mezun olabilirdiniz. Ben şanslı bir azınlık arasındaydım [1].

Sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen, nitelikli modern örneklerden Hukukçular Sitesi’ni ilk ne zaman öğrendim? Şimdi çok uzun zaman olmuş gibi geliyor, önünden her geçişimde, yeni fark ettiğim bir ayrıntısını zihnime kazımaya çalışırcasına dikkatle bakmamın miladını saptamak zor. Yapıldığı döneme, İstanbul’un en yüksek konutu olduğu zamanlara yetişemediğim için, çevresini saran vernaküler betonarme yapı stoğundan ancak dikkatli gözlerle ayrılabilen detaylarının gittikçe silikleştiği bir dönemde tanımış olmalıyım. Bugün Hukukçular Sitesi, Mecidiyeköy’deki vakur duruşuna, modernist soz dagarciginin her geçen gün bir parça değiştirilmesine direnemeyerek devam ediyor. Bense onu tanımayanlara, Cevahir Alışveriş Merkezi referansıyla tariflemekten öfke içinde hikayesini anlatmaya kimi zaman yalnız, kimi zaman bu özgün ve özel yapının öneminin farkında diğer akademisyenlerle devam ediyorum [2].

Hukukçular Sitesi’nin yapımının başlangıcı 1950’lerin sonuna tarihlenir. Türkiye’nin önde gelen avukat ve hakimlerinin kurduğu Hukukçular Kooperatifi, İstanbul’un önemli ulaşım eksenlerinden biri olan Büyükdere Caddesi üzerinde bir arsa satın almış, Melih Birsel – Haluk Baysal Mimarlık Bürosunu proje için görevlendirmiştir. Hukukçular Sitesi’nin projelendirilmesi 1958’de yapılmış, temelleri 1960’da atılmıştır. Yapı, 1960 askeri darbesi nedeniyle 1967’de bitirilebilmiştir.

Şişli, Büyükdere Caddesi üzerinde ön cephesi 43m, yan cephesi 70m, arka cephesi 35m genişliğinde prizmatik bir yapıdır. Ön ve arka cephe arasındaki 7m’lik kot farkı alt kotların değerlendirilebilmesine imkân vermektedir. Site programı konut bloğu, ortak yaşam alanları, ticari kısım/dükkanlar, teknik servisler olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır.

12 katlı konut bloğu, 6 galeri katında, simpleks, dubleks ve semi-dubleks olarak üç farklı tipolojide; toplam 66 daire ile 3 parçalı bir mafsalla çözülmüştür. Orta mafsal iki asansör, merdiven holü, çöp odası ve galeri içermektedir.
Her dairenin üç yatak odası ve iki banyosu olması, salon ve yemek odalarının birleştirilmesi, mutfakların dış cepheye bakması, yatak odalarının konuk kabul bölümünden ayrılması, iç ve dış sirkülasyonların asgariye indirilmesi ve zemin katların mümkün olduğunca az işgal edilmesi üç farklı konut tipinin ortak özellikleridir.
Mutfak tüm tiplerde aydınlık ve özel bir konumdadır. Mutfak mobilyaları tüm tiplerde sabittir ve yemek bölümünden istendiğinde ayrılan özel bir tezgaha sahiptir. Ebeveyn banyosunun kapısı sabit gömme dolaplarla birlikte düşünülmüş, sanki bir dolap kapağı gibi tasarlanmıştır. Yatak odası cephesi, yer yer, renkli kontrplaklarla kapatılarak içeride mahremiyet, dışarıdan ise özgün, estetik bir görünüş sağlanmıştır. Çocuk odası istendiğinde, sürgülü bir duvar yardımıyla ayrılarak iki ayrı odaya dönüşebilmektedir.
Çatı katında çocuk kulübü, gençlik kulübü, ebeveynler için toplantı – eğlence salonu, bodrum katta otopark, çocuk arabası ve bisiklet deposu, çamaşırhane, personel için yatak, WC – duş birimi, çöp deposu ve çöp çıkışı yapının ortak yaşam alanlarını oluşturmaktadır. Yapının zemin katlarında tapusu tüm konut sahiplerine ait olup geliri apartman giderleri için kullanılmak üzere düzenlenen mağazalar vardır. Konut sakinleri ilk günden beri yakıt, hizmetli personel giderleri, temizlik, vb. hizmetler için hiçbir ücret ödememektedirler. Tesisat boşlukları, kömürlük, kazan dairesi, su deposu ve sığınak yapının teknik servislerini oluşturmaktadır [3].
Hukukçular Sitesi’yle ilgili en büyük eleştiri, Le Corbusier’nin Unité d’Habitation’larına olan benzerliğidir. Yapının mimarları Melih Birsel ve Haluk Baysal’ın da çeşitli yazı ve röportajlarda belirttiği gibi Unite düşüncesi, yani farklı tipte ve çok sayıdaki konutların ve sosyal alanlarının tek bir düşey blokta çözümlenmesi, Hukukçular Sitesi’nde tasarımın ana fikridir. Gözden kaçırılmaması gereken, Unite’nin sadece tasarıma bir başlangıç noktası oluşturmasıdır. Hukukçular Sitesi özellikle plan tipleri ve onları bir araya getirmedeki özgün çözümleriyle, hem Unite’den hem dünyanın farklı yerlerindeki, özellikle Latin Amerika’daki benzerlerinden ayrılmaktadır.

Unité d’Habitation yapıları ile Hukukçular Sitesi arasındaki birleştiren-ayıran özellikler söyle sıralanabilir: En belirgin fark konut tipolojilerinde görülmektedir. Unite, aynı modülün farklı bir araya gelme biçimleriyle birbirinden farklı büyüklükteki ailelerin ihtiyaçlarını karşılarken (salonun veya mutfağın boyutu değişmeden yatak odası sayısının artırılması gibi), Hukukçular üç farklı tip ile daha farklı aile yapılarını, konfor ve fonksiyonların isleyişinden ödün vermeksizin karşılamaktadır. Konut içlerinde sabit mobilyaların ve balkonların kullanımındaki benzerlikler açıktır. Hukukçular Sitesinde mutfağın konumlandırılışının daha olumlu olduğu söylenebilir. Unite’nin çatı terasındaki heykelsi elemanları (merdivenler, havalandırma şaftları, saçak vb.) Hukukçular'da çatı katındaki mekanların biçimci yaklaşımlarla eşleştirilebilir. İki yapı da kompakt tek bir kütle olarak ele alınmıştır, ama toplu yaşama ait mekanlar ve ticari bölümlerin konumlanışında farklılıklar vardır. Bu mekanlar Unite’de yapı bloğunun ortasında, konutların arasında bir ara katta yer almaktadır. Hukukçular'da ise mahremiyet ve kullanım imkanları düşünülerek, ticari kısımlar kendi ayrı girişleriyle zemin katta ve ortak yaşam alanları ise çatı katında konumlandırılmıştır. Hukukçular'da ticari bölümlerin tapusunun tüm daire sahiplerine ait olması, böylesine büyük bir yapının işletimini mal sahiplerine külfet yüklemeksizin sağlamıştır [4].
Kentin dayattığı yeni merkezlerin, yaşamı eski ya da öngörülen şekilde sürdürmeyi olanaksız kılması sonucu Hukukçular Sitesi’nin 66 dairesinin 20’si bugün büro olarak kullanılmaktadır. Bunun sebebi yapının fonksiyonel olarak bugünün konut yaşamına uymaması değil, yapının yer aldığı çevrenin iş merkezleri olarak ayrışmasıdır. Ayrıca Mecidiyeköy’ün değişen kimliği nedeniyle, ödenmesi gereken emlak vergisinin, aynı niteliklerde, büyüklükte ve konumda bir konuta göre kıyaslanmayacak düzeyde artması, ortak yaşam alanı olarak tasarlanmış çatı katının gelir elde etme amacıyla kiraya verilmesini beraberinde getirmiştir. Çatı katının fonksiyonu dışında kullanımı, ticaret bölümüne yapılan ekler, yapının eskiyen bölümleri için gerekli özenin gösterilmeyişi, kat maliklerinin konutlarda yaptıkları keyfi değişiklikler, özgün tasarımından uzak, günü kurtarmaya yönelik yenilemeler yapının bugün içinde bulunduğu durumunu açıklamakta, yapının nitelikli ve kişilikli mimari tavrı için yazılan her şeyi bir ağıta dönüştürmektedir [5].
Bugün pek çok inşaat şirketi, gazete sayfalarını dolduran konut sitesi/yüksek konut blokları reklamlarıyla yeni kullanıcılarına ulaşmaya çalışmaktadır. Hepsi farklı olduğu, özel ve zevkli projeler olduğu iddiasındadır. Oysa kentle farklı kotlarda merdivenler, rampalar, farklı girişlerle kurduğu zengin ilişki, kamusal-bireysel alan ayrımındaki geçişlilik, tasarımında en baştan kendine yetebilen bir sistem olarak ele alınması, konut planlarında gözüken esneklikler ve yer döşemesinden aydınlatmaya, kapı kolundan ısıtma birimlerine her detayda okunabilen bütüncül tasarım anlayışı, Hukukçular Sitesi’ni özgün ve hala aşılamamış bir örnek olarak tanımlamamızın nedenidir.

Notlar:
1. Prof. Dr. Hülya Yürekli ve Prof. Dr. Ferhan Yürekli’yi burada sevgiyle anmak isterim. Hem öğrenciliğim hem asistanlığım sırasında benimle paylaştıkları sayısız kitap, tartışma, proje gezisi, seminerler için teşekkürlerimle.
2. Prof. Dr. Ahsen Özsoy ile birlikte, araştırma kapsamında ilk aşamada sonuçlandırılan çalışmalar çeşitli uluslararası konferanslarda sunulmuştur: “Is the International Style Still Alive? A Response From Istanbul” Architecture & Identity International Conference, Berlin University of Technology, Habitat Unit, 6–8 Aralık 2004, Berlin (bilgi için www.architecture-identity.de), “To Dispute of Modernist Borders in Turkey” Heritage At Risk International Conference Preservation of 20th Century Architecture and World Heritage, 16–20 Nisan 2006, Moskova, “Ordinary Stories From An Exceptional Building: Everyday Life in the Hukukcular Apartment”, Other Modernisms, IX th International DOCOMOMO Conference, 25-29 Eylül 2006, ODTÜ, Ankara.
3. Hukukçular Sitesi ile ilgili bilgiler, Birsel, M. ve Baysal, H., “Hukukçular Sitesi”, Arkitekt, 4/1961 ve “Hukukçular Sitesi”, Mimarlık 1968/2 derlenmiştir.
4. “Le Corbusier’nin “Unité” Düşüncesinden Hukukçular Sitesi’ne: Modernist Bir Öncü İçin Requem” (Prof. Dr. A. Özsoy ile birlikte), Doxa, sayı:3, Ekim 2006, (ISSN: 1306-3006)
5. ibid. s. 34


KURESEL PAZARDA YEREL KONUMLANMALAR, COZULMELER, YENI MIMARLAR, MIMARLIKLAR VE TARTISILMASI GEREKEN 'BIRSEYLER'..
Bogachan Dundaralp

Bir ‘kolaj’ gibi duran başlıktan da anlaşılacağı gibi, bir çerçeveye oturtulması pek kolay olmayan ve sınırları çok kolay kavranamayan bir ‘durum’ içinden hareket etmeye çalışacağım.
Başlık, anahtar kelime olan “küresel pazar” aracılığı ile dıştan ve genel olandan daraltilarak birsey tarif edilcekmiş gibi bir izlenim biraksa da iki sebeple bu hataya düşmemek gerekir. Birincisi konunun, genelleştirilmiş bir bütünlükten daraltilarak gündelik alana taşınamayacak kadar katmanlı ve farklı okumalara açık, dağılmaya yatkın bir yapı sergilemesi; ikincisi, durumu yeterince irdeleyebilecek mesafeden yoksun oluşumuz. Deyim yerindeyse, konunun dibinde durmamız.
Konunun jenerik kalma tehlikesine düşmemek adına stratejimi gündelik profesyonel mimarlık pratiği deneyimlerine dayandırmaya çalışacağım. Gündelik hayatta yüz yüze kaldığımız, ya da kalma durumumuzun muhtemel oldugu pozisyonlardan hareketle konuyu ifade etmeye gayret edecegim. Bunu da mimarlığın kapsadığı diğer alanları dışarıda tutarak ve “profesyonel anlamda mimarlık hizmeti veren bir kişi” olarak uzerinde durduğum noktadan yapmaya çalışacağım.
Ege ve güney sahillerindeki turistik bölgelerde ve daha farkli bir bicimde İstanbul ölçeğinde varlik gosteren yakın zamanlı gözlemlenebilir oluşumlara, yurtdışından Türk firma ve mimarlarının aktiviteleri de eklenince mimarlık dünyamızı yeni bir ortamın beklediği söylenebilir. Ancak oluşmaya başlayan bu ortam ve durumun ölçeğini tek defada kavramanın ya da anlatabilmenin pek kolay olmadığını söylemiştik. Bu nedenle daha görünür olandan daha az görünure doğru bir yol izlemek, buradan da mimarın verili durumlar karşısında aldığı veya alacağı pozisyonlara bakmak onem tasiyor.
Dünya genelinde ekonomik gelişmelere paralel giden hareketlere baktığımızda, ‘mimarlık’ın hem akademik anlamda hem de profesyonel anlamda küresel pazarda dolaşımın bir parçası olduğunu gorebilmek mumkun. Türkiye için konuşacak olursak, hükümet politikaları ile de desteklenen pazarda yer edinme ve rol çalma çabasınin, uzun bir dönem kendi içinde kapalı kalan toplumsal anlayış ve ilişkileri yerinden sarstığını deneyimlemeye başladık. Yakın zamanlı gelişmelerden yola çıkarak örneklemelerde bulunalım: İstanbul, Türkiye için dışa açılmanın vitrini konumundadır. Bugün yapılan yatırımlar ve yerel politikalar hep bunu destekler niteliktedir. Haliyle, küresel pazarda yer edinme cabasinda öne çıkması beklenen kent de İstanbul olacaktır. Kamuoyunda tartışma yaratan projeleri hatırlayalım; Galataport projesi, Dubai Towers projesi, Haydarpaşa bölgesi kentsel dönüşüm projesi, Kartal ve Büyükçekmece kentsel dönüşüm projeleri ve yarışması, Zorlu Center kentsel tasarım yarışması…
Bu projeler arazileri, yatırım şekilleri, proje elde edilme sürecleri ve şekillerine kadar pek çok boyutta kamuoyunda tartısma yaratti. Varolan tartışmalar göstermiştir ki, yıllardır içine kapalı ilişkiler içinde yol yordam bulan organizasyonel yapılar ve zihinsel durumlar bu tür tartışmalara ve karşılaşmalara tatminkâr yanıtlar üretememiştir. Bu durum da bizi, sozu gecen ve benzeri karşılaşmalara ne zihinsel ne de disipliner anlamda hazırlıklı olmadığımız sonucuna goturmektedir.
Orneklerin çoğunda tartışmalar, küresel sermayenin yerel politikaların açtığı kapılardan kamusal alana girişine izin vermemek için verilen tepkilerden öteye geçememiştir. Özellikle Kartal ve Küçükçekmece uluslararası yarışmalarındaki yerel mimarların 'bu oyunda biz niye yokuz ?' feryatlarını hatırlayalım. Şimdilerde bu feryadın şiddetini azaltmak için Zorlu Center yarışmasında baştan bu durumun öngörülerek kitabına uydurulmuş oldugu görülmektedir. Yeterlilik meseleleri yumuşak karına dokunulmadan, Türk mimarların yabancı mimarlarla konsorsiyumlarına olanak verilerek gecistirilmis, Türk mimarlar oyuna dahil edilmiştir. Fakat ne yazık ki konu yine gereksiz detaylar duzeyinde tartışıldigindan, disipliner anlamda asıl konuşulmasi gereken konulardan uzak kalinmaya devam edilmektedir.
Bir yandan, yabancı yatırımcı ile birebir iletisimin kuruldugu özel ya da profesyonel karşılaşmalarin gerceklestigi zeminlerde bırakin mimarlığı, ne mesleksel, ne de hukuksal baglamda hiçbir tartismanin ortaya cikmadigini goruyoruz. Yabancı yatırımcıların kentler veya turistik bolgelerdeki özel alanları, ya da el altından yine kamu ya da orman arazilerini alması, yerel mimarlarla temas etmeden uygulamalarını gerçekleştirmeleri ,veya kendi mimarlarına konsept ve avan projeleri hazırlatarak burada yerel mimarlık ofislerini yasal onaylar ve uygulama projeleri için kullanması, yerel mimarları davetli projeler aracılığı ile kendi proje süreçlerine katma biçimi ya da yerel mimarlarla doğrudan çalışma biçimlerini biliyoruz; fakat bunlar ne mimarlık medyasında tartışılıyor, ne de mimarlar arasında…
Diger yandan, küresel sermayenin dolaşımında rol üstlenmiş , ya da üstlenme fırsatıni yakalamış kimi yerel mimarlık ofisleri nin bu geçiş döneminde Dubai, Kazakistan, Rusya gibi ülkelerde iş ölçeklerine bağlı olarak bazen beyin, bazen işçi olarak sahnede yer aldigini görüyoruz.
Küresel sermayenin fazlaca tarifli olamayan kendine has metodları, çalışma biçimleri var. Bunlar gün geçtikçe biz mimarların farklı biçimlerde karşılaşmaya başlayacağı durumlardır. Türkiye’deki gelişmelere baktığımızda da, içine kapalı konvansiyonel alışkanlıklara göre hareket eden yerel yapı ve üretim organizasyonlarının bu durum karşısında bocaladığını görüyoruz. Bu çözülmeler, çözülmeden sonraki yeni mimari duruşların ve yeni mimarlıkların habercisidir…
Beğenelim, veya beğenmeyelim; kabul edelim, veya etmeyelim, istersek de sırtımızı dönüp görmemeye çalışalım, bu oluşumların ve içinden geçilen dönemin yeni bir durumun habercisi, sürecin de kuluçka dönemi olduğu varsayılabilir. Bu cerceveden yola cikarak olusturulacak herhangi bir tartisma ortaminda amac, bu süreçteki profesyonel mimarlık hizmetleri pratiği ve deneyimleri üzerinden konuyu irdelemek olmalidir.
Bunu sağlayacak tartışmalar uc ana başlık altında toparlanabilir;
a. Yerel çözülmeler, yerel alışkanlıklar ve yapma biçimleri ile beslenen mimarlığa bakışı etkileyecek mi? Nasıl etkilemeye başladı, ya da başlayacak? Bu bakış kendi referans düzlemlerini hangi mimar profil(ler)i üzerinden üretecek?
b. Mimar duruşları ve pozisyonlarına bağlı olarak ofis yapılanmaları ne sekilde donusmeye baslamistir?
c. Yapım (inşaat) süreçleri ve organizasyonları ne ölçüde, nasıl dönüşmektedir? Bu soru baglaminda konvansiyonel mimar-yerel yönetim-belediye-müteahhit-taşeron ilişkilerinden yeni şantiye ve yapım organizasyonlarına kadar varolan baglanti yelpazesi goz onunde bulundurulmalidir.
Deneyimli mimarlık ofislerinden genç ofislere kadar bu çerçeve içinden deneyimlerin aktarilmasi ve meselenin ‘iş’ değil, ‘mimarlık’ ekseninde tartışilmasi ksukusuz ki buyuk onem tasimaktadir ve tasimalidir. Ancak bu sekilde çaresizce kabullenmek durumunda kalacağımız rolleri şimdiden görür, kendimize yeni seçenekler ve olanaklar yaratabiliriz…


Modernlik de_ne ?
Hakan Tuzun Sengun

Aklımdaki sorularla ilgili kafa açıcı bazı cevapları genellikle o durumun çok dışından gelme içeriklere borçlu olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Kimi zaman Dubuffet sergisinde bir çocuğun annesine sorduğu " güzel mi bu ? " sorusu kimi zaman da bir Freud belgeseli sayesinde günün en önemli dersini aldığım oldu. Benzeri bir durum, Mısırlı Ahmet’in Percussions albümü vesilesi ile Roll dergisine verdiği röportajda okuduğum aşağıdaki şu satırlar ile gerçekleşti :

[...]
Belli sınırlar içinde çalınan bir sazın imkanlarını deniyorsunuz . Yeni bir şey yaratmak için, mevcut kalıpları da bozmanız gerek ?
Bozmak değil aslında.Tarihten aldıkları birikimle ayakta duran insanların içinden çıkıp, karşılarına geçip onları görmek meselesi. Kendin gibi olursan onları görebilirsin. Ben ona çalıştım. Her insan kendine göre algılar. Her insanın işine bakışı kendine göre değişir. Tecrübe edilmemiş şeylerle dolu bir hayat yaşamak gerekir, kaderi değiştirmek için. Ezberledikçe kendini tüketmeye başladığını hissettiğin anlar olur [...] Roll, Ocak 2006 , s.42

Bu zor sorunun ve cevabının yeni olanı biricik olan ile, geleneği birey ile karşı karşıya koyarak birkaç cümle içinde ifade ettikleri bana çok önemli görünüyor. Ancak, en çarpıcı kısmı benim kafamı kurcalayan “modernlik ne işe yarar ?” sorusunun cevabına ilişkin verdiği harika ipucu : Tecrübe edilmemiş şeylerle dolu bir hayat yaşamak gerekir ; kaderi değiştirmek için ! İnsan varlığından başka herhangi bir yeryüzü canlısının hiçbir zaman derdi değil aslında tecrübe ettiklerini yeri geldiğinde ideali olan herhangi başka bir durum için terk etmek ve yeni olana doğru yol almak. Geleneğin içinden süzülerek gelen konvansiyonel bilgiyi bırakıp bütünüyle bir başka gerçeklik merakının sularına atılmak. Bu anlamda, insan varlığının ontolojik bir çaresizlik
içinde özgürlüğüne yönelmiş olduğu görünüyor. Aynı Yves Klein gibi kendini boşluğa doğru bırakmak ve ayaklarının yerden kesildiği o an için yaşamak, o an için’de yaşamak istiyor ve Nietzsche uçurumları sevenlere kanat tavsiye ediyor. [1]

Belirli sınırlar içerisinde çalınan bir sazın imkanlarını geliştirmek ve onun güçlü geleneği karşısında duracak ‘kendi gibi olan’ güçlü bir “yeni” üretmek, modern olanın genetiği bu. Olabildiğince kendi olmak için tekinsiz bir “içe bakış” sürecinin doğal sonucu olarak ortaya çıkan bir “konvansiyon kırılması” ile bizi modern olana götürüyor.

Gündelik bilinçli hayatımızın oyunu bol çocukluk zamanlarımızda bu aydınlık ama tekinsiz yırtılmaların daha bol olduğunu hatta bilinçdışı içeriğimize olan ilgimiz azaldıkça olgunlaşan, aktüel hayatımızın garabetini görmekte güçlük çektiğimizi söyleyebiliriz. Böylelikle, kumsalı örten kaldırım taşlarına [2] katlanmaya hatta bizzat onlardan biri olmaya başlarız.
Mimarlık alanında da modernlik istencinin böyle oyunsever anlara
yönelmişliklerden kaynaklandığını düşünürsek, hayatımızın değerini, toplumsal bir varlık olarak nerede durduğumuzu, insan neden sanat üretiyor (?) mimarlık ne (?) gibi soruların hali_hazır cevaplarını yeni’den vermeye/üretmeye başlayabiliriz.

Franchising (!) Modernlik ?
Bu olağan ve kendiliğinden gelişen, kendi bilinçdışı içeriğimizle güçlü biçimde beslenemediğimiz durumlarda ise “öğrenilmiş yeniliği” ithal ederek bir pseudomodernlik kurma tehlikesi her zaman mevcut. Marshall Berman’ın bahsettiği biçimde dünyanın dört bir yanında paylaşılan hayati bir deneyim tarzı olarak modernlik, aynı zamanda katı olan herşeyin buharlaşıp gittiği bir evrenin parçası olmayı da gerekli kılıyor. [3] fakat bahçe duvarları olan gökdelenler dikmeye kalkışarak bu yıkıcı-yapımın ve modernliğin gerçek araçlarına vakıf
olamayan toplumlar ise “franchising modernlik” modelleri ile gerçek
ihtiyaçlarından kaynaklanmayan bir modern sahne kurmaya niyet ettikleri an’da tökezleyip çamura batıyorlar ve bize de mimarlık paradigması kayarken kara deliklere doğru bakıp bir dilek tutmak kalıyor : Team 10 ! [4]

Notlar

1. F. Nietzsche’nin aforizması : Uçurumları sevenlerin kanatları olmalı !
2. “Kaldırım taşlarının altında sahil var!” (sous les paves la plage)
60’larda situationist (durumcu)lerin meşhur mottosu idi.
3. Marshall Berman'ın tam adı "All That Solid Melts İnto Air : The Experince of Modernity" olan
kitabı
4. bkz. http://www.team10online.org



Moderniteden Yerel Moderniteye:
Neden Bugun?

Ozlem Unsal

Modernite kavrami uzerine farkli dusunebilme olasiliklarina iliskin yazilanin- cizilenin-soylenenin haddi hesabi olmasa da, ozellikle icimi ferahlatan iki ornekten illa ki bahsetmek gerekir. Bunlardan ilki Daedalus’un 2000 yilinda yayimladigi 'cogul moderniteler' (multiple modernities) temali sayisi, digeri de Charles Jencks’in daha bu yil (2007) Wiley'den yayimlanan kitabi 'Elestirel Modernizm: Post-modernizm Nereye Gidiyor?' (Critical Modernism: Where Is Post-modernism Going?) uzerinden 'elestirel modernite'ye iliskin soylediklerdir.

Daedalus’un cogul moderniteler sayisinda yayimlanan yaklasik on civarindaki makale, dunyayi birden fazla modernite oykulerinin bir toplami olarak anlayabilmenin mumkun olup olmadigini tartismaktan oteye, modernite kavramini cogul ekiyle kullanabilmenin aciliyetine isaret eder. Sayinin acilis makalesini yazan Eisenstadt, moderniteyi evrensel bir proje olarak dayatan dusunceye karsi cikarak toplumlarin birtakim empoze edilmis programlardan bagimsiz olarak kendi modernite oykulerinin halihazirda sahibi olduklarini soyler. Bu bakis acisindan tek bir dil ve perspektiften tariflenmis, her turlu toplumsal ‘gelismeyi’vaadeden bu programi harfiyen sonlandiramamis, sonlandiracagim derken ‘yoldan cikmis’ornekler ‘modern disi’, ‘moderniteye ayak uyuduramamis’, ‘modernlesememis’ olmaktan cok aslinda kendi modernitelerinin yaginda kavrulmaktadir. Yine ayni perspektiften, her toplum kendi sosyal, tarihsel, kulturel ve ekonomik baglamindan turemis bir gelisim ve aydinlanma ideali yolunda kendi geleneklerini icat etmeye, en azindan icat edebilme yolunda mucadele etmeye kabildir. Bugun gecmisin yeniden degerlendirilmesi ve cagdas olanin bu degerlendime uzerinden anlasilabilmesi adina onemli saptamalarda bulunan derleme, modernite tanimina esneklik kazandirma yolunda kaale alinasi laflar eder. Basa dusen, evrenselci modernite tanimi disinda evrilen butun farkli oykuleri otekilestirmek yerine, onlara haklarini teslim edip birini digerinden daha az veya daha cok modern gormeyi reddetmektir.

Daedalus derlemesinin derdi, Jencks’in ‘Londra'daki Royal Academy of Arts'ta tartismaya sundugu 'elestirel modernite’ kavramiyla birlikte dusunuldugunde daha genis bir baglama oturur. Jencks’e gore ozellike 1960’lardan sonra gelisen dunya politikasinin bugun geldigi nokta –ki kuresel isinma, post-Fordist pazar dinamikleri ve Blair-Bush gudumlu siyasi soylemler bugunun dunya politikasini agirlikli olarak belirler- tepkisel bir inancsizligin yayginlasmasina sebep olmustur ve soz konusu inancsizlik 1960'lardan bugune modernizmin tek tanimli bir kavram ve surec olarak elestirisini mumkun kilmistir. 'Elestirel modernizm', mutsuz bir dunyanin arayislarinin ifadesidir. 1930’lar modernitesinin dine karsit gelisimi, aslinda rasyonaliteyi, pozitivizmi, evrenselligi ve teknolojiyi baz alan yeni bir dinin olusmasina yol acmistir ve tam da bu nedenle 1930'lardan itibaren gerceklesen modernite evrimi, aslinin daimi bir elestirisi niteligindedir – kendinden onceki diger modern akimlara benzer olarak postmodern akim da bu elestirelligin bir parcasidir ama biricik temsili degildir. Evrenselci moderniteye karsi farkli duzeylerde ve donemlerde duyulan tepki ve ofke, evrimin temel belirleyenidir; donusum noktalarinda one cikan temel sorular aciktir: Gelisim ve aydinlanma nedir? Nasil saglanir? Baska yollar icat etmek mumkun degil midir, veya daha toparlayici bir deyisle: moderniteye dayali inanc sistemi baska turlu yollarla sekillendirilemez mi?

Boyle bir cercevede yerel moderniteyi konusmak, tartismak ve bunun icin Kadikoy Halk Egitim Merkezi'ni (KAHEM) mekan olarak secmek ne anlama geliyor olabilir? Cumhuriyetci ideolojinin urettigi halkevi kavramini ayaga kaldirilan KAHEM, erken cumhuriyet modernitesinin tanimlanmis mekanlarindan yalnizca birini temsil eder. Hem mimari, hem de program olarak 'yeni Turkiye'nin yonetici kesiminin o an ve gelecege karsi tavrini ortaya koyar. KAHEM, benzeri tanimlanmis mekanlarla birlikte gelisim, aydinlanma ve rasyonaliteye gonderme yapan, bu degerleri yucelten bir manifesto niteligini tasir. Ancak, onu yerellikle bagdastirmak ne derece mumkundur? Cumhuriyet'in gelenek uretmektense gelenek uygulamaya yonelen sosyo-politik ve kulturel tutumu KAHEM'i nereye konumlar? KAHEM erken Turkiye cumhuriyeti modernitesinin yerel bir tezahuru mudur yoksa bir yerlestirmesi midir? Butun bu sorular bugun bizi neden ilgilendirmektedir?

Yukaridaki ve benzeri sorularin yaniti ne olursa olsun Jencks ve Daedalus'un olusturdugu baglamda KAHEM modernite, yerellik, kent ve mimarliga deginecek cok yonlu tartismalar icin iyi bir baslangic noktasidir. Avrupa'daki pek cok sosyalist ve ulusalci programin 1930'lar ve oncesinde 'aydinlanma' adina one cikarttigi halk evi modelinin bir ornegi niteligindeki KAHEM aslen Turkiye'nin kendi modernite geleneginin bir urunu olmamistir, ama ustlendigi sosyal ve kulturel misyonu tasimis ve islevini yerine getirmistir: KAHEM acikca tanimlanmis bir 'irfan yuvasi'dir. Zaman icerisinde program ve mimari acisindan kacinilmaz bir degisime de ugramis, belki de icine konumlandigi bolgenin gundelik yasantisina eklemlenebilmesini ve halen de eklemli olmasini bu kacinilmaz degisim saglamistir. Bu eklemlenme sureci bir yerellesme ifadesi mi yoksa daha baska birsey olarak mi yorumlanmalidir, tartisilir. Ancak, KAHEM'in gecmisten bugune illa ki Turkiye'nin modernite hallerine dair birseyler soylemekte oldugu aciktir. Bu nedenledir ki, bugune dair modernlik ve yerellikle ilgili sorulari akla getirebilmek adina guclu bir potansiyele sahiptir. Pekala KAHEM, Turkiye modernitesinin Istanbul'daki tezahurunu, kentin donusen yapisini, bu donusum icinde daha baska bir sekilde donusen mimarlik edimlerini ve butun bu sureclere yeni yeni eklemlenen 'baska' kayda deger surecleri tabandan baslayarak yeniden tanimlamak, veya birden fazla yolla anlayabilmek icin cesitli firsatlar sunar. Bu firsatlari degerlendirmek, tam da Daedalus ve Jencks'in moderniteye dair gelistirmeye calistigi hassasiyete paralel giden bir cabaya denk duser.

Bu cabadan hareketle yerel modernlikten -ozellikle mekanla baglaminda dusunuldugunde- 'daha iyi' bir kentli yasam alaninin olusturulmasi icin 'yer'den tureyen ayakta kalma yontemlerinin anlasilmasi bir aciliyet meselesidir. Yerellik olmasi gerekenden sapan, duzensizlige sebebiyet veren bir olgu yerine, kuresel olcekte yasanana verilen bolgesel bir tepki olarak anlasilmalidir. Modernlik veya gelisme yonunde pazar dinamikleri ve ayricalikli kesimlerin kent uzerindeki mudahaleleri disinda kalan mahalleden, toplumsal irade ve insiyatiften kaynaklanan cabalar, bugunun kentsel donusumunun anlasilmasinda hakettigi yeri aslinda coktan almis olmalidir. Istanbul'un ozellikle 1990'lar sonundan itibaren yasadigi hizli fiziksel, sosyal ve kulturel degisimden bahsederken pastanin butun dilimlerini pazar ekonomisinin nimetlerine, kuresel kent projesinin 'yaratici' aktorlerine, ve bu projenin mekansal sonuclarina teslim etmek ancak ve ancak yeniden tek boyutlu bir 'modern kent mekani' tarifinin turemesine sebep olacaktir. Istanbul'u yasam alani edinen oznelerin sayisi, sinifsal varyasyonlari ve bu oznelerin varolma stratejilerinin katlanarak arttigi aciktir. Bu artisla beraber oznelerin kent uzerindeki yasam hakkini dile getirmesini mumkun kilacak sureclerin olusmasi, ihtiyaclar listesinde oncelikli olmalidir. Dolayisiyla yukarida belirtilen her turlu tepeden inme surece direnen, donusum sureclerini kiran, cogul hale getiren, 'baska' oykuleri dillendiren, hak talep eden ve akintinin tersine de gidebilen orgutlenmeleri degisimin dinamiklerinden biri olarak gorebilmek bugunun modernitesinin daha cok katmanli ve daha az muhafazakar bir bakis acisindan anlasilabilmesi adina fazlasiyla onemlidir.

Yeni yuzyil basindan itibaren kent gundemini siklikla belirleyen kentsel donusum senaryolarinin onceki onyillara kiyasla kamusal alanda ciddi bir tartisma nesnesi haline gelmesi Istanbul'un modernite oykusundeki kirilma noktalarini imledigi kesindir. Bu durum, hem kentin hem de kentte yasamanin degisen anlam ve ihtiyaclarindan ileri gelir. Soz konusu tartissal ve elestirel ortamin on plana cikardigi soylem ve eylem icerikli platformlar ise bu kirilma noktalarinin somut ifadesi niteligindedir. Bugun ucuncu kopru tartismalarinin ucunda Arnavutkoy mahalle girisimini bulmak; Sulukule'nin olasi ve planli donusumunun karsisinda Sulukule Roman Kulturunu Gelistirme ve Dayanisma Dernegi iradesini gorebilmek, veya Haydarpasa projesinin internet aginda sorgulanmasi sonucunda onu hem tarifleyen hem de elestiri yagmuruna tutan sitelerle ayri ayri karsilasabilmek kentsel demokrasiyi ve cok sesliligi savunan birey icin ferahlatici gelismelerdir. Bugun yerel modernite denilince akla gelmesi gereken bu ferahlatici anlari saglayan butun sivil tavir, orgutlenme ve soylemlerin toplamidir. Bu tavir, orgutlenme ve soylemlerin kentsel donusumde yarattigi radikal fark, fiziksellikten cok mentaliteyle olcumlenmelidir. Mimarlik, planlama ve kentin cehresini degistiren diger butun edimler ancak mentalitede gerceklesecek degisimin farkindaligiyla misyon ve toplumsal konumlarini yeniden sorgulayip tanimlayabilirler. Bir ortak yasam alani olan kentin yalnizca ayricalikli kesimlerin nail oldugu ve kuresel pazarca dayatilan yontemlerle degil, sivil varolus stratejileriyle de donustugunu ve donusecegini kavramak, ve herseyden oteye bu olasiligi adam yerine koymak, simdiki zamanda modernligin cok katmanli algilanisini saglamak acisindan fazlasiyla onem tasir.

Yerel modernlik uzerine siralanan bu tespitler, temelde Daedalus ve Jencks'in derdine derman arayan sayiklamalarin otesine gecmeyebilir. Ancak, KAHEM'in icinde turedigi modernlik oykusunden bugune varan surecte kent, mekan, mimarlik ve kentlilik arasindaki iliskilerin nasil bir degisime ugradigi ve bugun varilan noktada moderniteden neLER anlasilmasi gerektigi gelecek adina onemli bir sorudur. Bu minvalde bir iyimserligin gelistirilip gelistirilemeyecegi, veya oyle bir iyimserligin ufukta gorunup gorunmedigi bu sorgulama surecine baglidir. Unutulmamalidir ki, bireylerin mutsuz ve umutsuz olduklari bir donemde moderniteyi -ozellikle de kent uzerinden- tekil dusunmekte israr etmek yalnizca o mutsuzluk ve umutsuzlugun koruklenmesine yol acabilir.